NANOTEKNOLOJİ NASIL BİR ÜRETİM ?


NASIL BİR ÜRETİM ? 
Günümüzde kullanılan üretim teknikleri, moleküler anlamda çok kaba tekniklerdir. Döküm, taşlama, tornalama vs. atomların büyük kitleler halindeki hareketlerine dayanır. Yapı taşları olan atomlar tek tek alınıp istenildiği gibi, üstelik de ucuza mal olacak şekilde birleştirilebilir. Bu gelişme özellikle bilgisayar sektöründe önümüzdeki yıllarda kullanıldığında tümüyle daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif ve daha hassas ürünlerin üretilmesi mümkün olacaktır. Nanoteknolojiyle ilgili iki kavram daha vardır; mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Mikro montaja olan ihtiyaç moleküler robot sanayiine olan ilgiyi artırıyor. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu olabilecek. Bu nano makineler aslında günlük hayatta kullanılan aletlerin ve sistemlerin çok küçük birer kopyaları olacaktır. Nano makinelere en iyi örnek tüm canlıların hücrelerinde bulunan ve hemen hemen her çeşit proteini üretebilen ribozomlardır. 
Ribozomlar oldukça küçük organellerdir (sadece birkaç mikro metre küp boyutunda) ve amino asitleri hassas çizgisel bir sırayla arka arkaya dizer ve proteinleri oluştururlar. Bu işlem için ribozomun belirli bir amino asidi seçebilme tekniği vardır. Bunu özel bir tür transfer RNA molekülünün yardımıyla yapar. Ribozomun bu işlemde izleyeceği sıra ona haberci RNA (mRNA) tarafından bildirilir. İşte ribozomların bu işleyiş prensibi, mühendislik alanında uygulanabildiğinde nanoteknoloji hayatımızın her yönüne hitap edecektir. 
Nanoteknoloji, benzeri görülmemiş özelliklerdeki yeni aygıtları üretmek için atomların ve moleküllerin bilinen özelliklerini kullanacaktır. Eğer bilim adamları bağımsız atomları ve molekülleri bir yapılanmada belli ölçülerde ve sürede bir araya getirebilirlerse, bu buluş "programlanabilir kendinden inşâ ve türeyen makineler çağı"nın başlangıcı olacaktır. Nanoteknoloji ile üretim yapabilmek için bilim adamlarının üzerinde çalıştığı üç temel adım vardır: 
1. Bilim adamlarının bağımsız atomları tek tek kontrol edebilmeleri için tek bir atomu tutup istenen noktaya getirebilmeyi sağlayacak bir tekniğin geliştirilmesi. 
2. İkinci adım nano ölçekli gözlem yapabilen, atomları ve molekülleri isteğe göre kontrol etmeye programlanabilen iş makineleri, yani "derleyici"ler üretmektir. Uygun bir zaman çerçevesinde eşya üretebilmek için trilyonlarca derleyicinin kullanılması.
3. Üçüncü adım olarak ise, yeterli sayıda derleyiciyi elde etmek için varolanı sayısız kez "çoğaltmaya", "kopyalamaya" programlanabilecek "çoğaltıcı"ları geliştirmesi. Otomatik bir şekilde belirli bir ürünü üretmek için bu nanomakinelerin trilyonlarcası bir arada çalışarak alışılmış üretim kalıplarını değiştirecek, üretim maliyetini neredeyse sıfıra indirgeyebilecek, bol üretim yapılabilecek ve ürünler hiç olmadıkları kadar ucuz ve sağlam olabilecektir. 
Atomları ve molekülleri taşıyacak, yerleştirecek küçüklükteki ilk robot kolun yapılmasıyla nanoteknolojinin ilk aşaması gerçekleşmiş olacaktır. Böyle bir minyatür robot kolun ürettiği robot kollar da kendi benzerlerini ve diğer nano ölçekli aygıtları yapacaklardır. Sayıları trilyonlara ulaştığında da süper nano bilgisayarlar tarafından kontrol edilen bu sürü ile nesneler üretilebilecektir.
Nanoteknolojiyi yakından incelersek çok enerji tasarruflu ve çevre dostu. Günümüzün teknolojileri isehammaddenin üretimiyle başlıyor ve istenen maddenin saflaştırılması için birçok işlemden geçiyor; artık maddesi çok, çevre düşmanı ve gereksiz enerji tüketiyor. Atmosferde gittikçe artan karbon dioksit gazında ve dünyamızdaki ısı artmasında günümüzün enerjiye aç teknolojilerinin etkisinin büyük olduğunu herkes kabul ediyor. Nanoteknolojide imalat için gereken her şey portatif olabilecek büyüklükte. Ayrıca hammaddeleri çok uzak yerlerden alıp taşımaya gerek kalmıyor, çünkü hammadde olan atomlar her yerde var. Bunların doğal neticesi, ekonomide merkeziyetçilik ortadan kalkacak. Günümüzde küçük bir azınlığın elinde olan ileri teknoloji ve sermaye, coğrafi olarak daha homojen dağılacak, demokratik düzenler daha bir anlam kazanacak. Tabii insanlık böyle bir teknolojiyi kötü yolda da kullanabilir. Moleküler makinaların, mini robotların biyolojik veya konvansiyonel silah yapımında kullanılma olasılığı da var.



Devamını okuyun >>>

Evren Nedir?



Evren Nedir?


Evren (Kozmos), tüm varlıkları ve olayları içeren bir sistemdir. Kelimenin kökü dikkate alındığında bu “dirlik ve düzen içinde bir evren” anlamına gelen Yunanca bir sözcüktür. Kozmoloji (evren bilim) açısından ise bu terim bizim gözlemlediğimiz evren olarak düşünülür. Bu nedenle bizden önceki ve sonraki evrenlerin varlığı da söz konusudur.



Günümüzde ulaşılabilen en son teknik verilere göre, evrenin fizik yapısı şöyle sıralanabilir:

1-Galaksiler
2-Elektromanyetik radyasyon
3-Nötralveiyonize hidrojen
4-Toz parçacıkları
5-Galaksilerden gelen ışıklar
6-Süpernova ve Galaktik patlamalardan oluşan kozmik ışınlar
7-Kütlesi olmayan nötronlar
8-Gravitik dalgalar.



Sadece bizim galaksimizde 400 milyar yıldız (güneş) bulunduğu tahmin edilmektedir. Bizim galaksimiz gibi içinde yıldızları ve gezegenleri barındıran ise milyarlarca galaksi var. Evreni dolduran bütün cisimler üç esas gücün etkisiyle bir arada bulunuyor:

1-Nükleer Güç: Atomik çekirdeğin nötron ve protonlarını bağlar.
2-Elektromanyetik Güç: atomları oluşturmak üzere elektronları çekirdeğe bağlar.
3-Gravitik Güç: Uzaydaki cisimleri belirli yörüngelerde tutar.



Galaksi; gazlar, yıldızlar, tozlar ve gezegenler içeren en büyük madde topluluğudur. Galaksiler ilk başta yoğun birer gaz bulutu olarak ortaya çıkmışlar ve daha sonra bu gazdan, yoğunlaşma yoluyla yıldızlar meydana gelmiştir. Galaksi, bu oluşum sırasında döner ve milyonlarca yıl sonra sarmal bir biçim alır. Bu sarmalda kabaca küre şeklinde bir çekirdek ve çevresinde yassımsı bir disk vardır; yörüngesinde de yoğun yıldız kümeleri döner durur. Çekirdek bölümünde pek az gaz ve toz vardır, büyük bir bölümü daha yaşlı yıldızlardan oluşur. Sarmal kollarda büyük miktarda gaz ve toz ile yeni oluşmuş yıldızlar bulunur.

Aradan milyonlarca yıl daha geçtikten sonra sarmal kollar içeren elips şeklinde galaksiler meydana gelir. Bir galaksinin en sonunda alacağı biçim küre biçimidir; daha sonra muhtemelen Kara Delik haline gelecektir.




Bizim Galaksimiz “Samanyolu Galaksisi”
Bir galaksimiz olduğu düşüncesi 1920’lere kadar akla gelmemişti. Bugün ise galaksimizin yüz milyarlarca benzeri olduğunu biliyoruz. Evrendeki sayısız galaksiden biri olan Samanyolu Galaksisi, en az 400 milyar yıldız topluluğundan oluşur. Bir uçtan diğer uca şimdilik 100,000 ışık yılı boyunca uzandığı tahmin edilmektedir, muhtemelen bu çok daha da fazladır ve 1000 ışık yılından daha fazla genişliktedir. Ayrıca yıldızlar arasında çok büyük miktarlarda gaz ve toz bulutları ve belki de bilinmeyen milyarlarca gezegen ile onların uyduları bulunmaktadır. Bizimkine en yakın olan dış galaksi ise Andromeda Galaksisidir.

Güneşimiz, Samanyolu’nun merkezden 30,000 ışık yılı uzaklığındaki kenarında, galaksinin sarmal bir kolunda yer almaktadır. 


Evrende Yaşam

Yeni Çağın bilimi artık materyalist, determinist ve mekanistik olmaktan çok ; spiritüel, bütüncül ve mistik bir anlayışa büründü. Büyük ölçüde Kuantum Fiziği ve İzafiyet Teorisinin katkıları ile sağlanan bu değişim , diğer bilim dallarında da buna benzer gelişmelerin görülmesiyle, tüm dünyada geçerlilik kazanıyor.

Şimdilerde Zaman ve Uzay (mekan) kavramlarına bakış, neden-sonuç ilişkisinin kavranışı, madde ve enerji anlayışlarının değerlendirilmesi çok farklı bir hal aldı. Temel değişimi 1950’lerde başlayan bu yeni bilimsel anlayış, insanın evreni ve kendisini algılayışını ve inançlarını derinden sarsmış, onları yeni temellere göre oluşan değişik bir anlayışa sürüklemiştir.

Bizim duyumsal algı alanımızı aşan bir dördüncü boyutun varlığından söz eden ve zaman ile uzayın, aslında birbirinden ayrılamayacağını ve bazen de birbirlerine dönüştüklerini bize gösteren, böylece de maddenin aslında bir enerji biçimi olduğunu kanıtlayan, Einstein’ın "İzafiyet Kuramı".

Atom-altı dünyaya inerek, oradaki gerçekliğin, bizim kendi algı dünyamızdan çok farklı olduğunu keşfeden, böylece evrende bağımsız ve tek tek nesneler olmadığını bize anlatarak, evrendeki her şeyin birbiriyle bağlı ve birbirine özdeş olduğunu ortaya koyan "Kuantum Fiziği".

Bütün var edilmişlerin aynı bütünün parçaları olduğunu, dolayısı ile hepsinin özlerinin bir ve birbirine eş bulunduğunu, her birimin bütünün bilgisini içinde taşıdığını ve ona uygun gelişme sağlanırsa, bütünün tam görüntüsünü yansıtabileceğini ileri süren, bütün bilgilerin her an ve her yerde kullanıma hazır bulunduğunu söyleyen, böylece de bütün evrenin birbirinin kardeşi , hatta insanın kendisi olduğu bilgisini sembolize eden "Hologram Teorisi". Bu üç keşif de, aslında tek bir şeyi göstermektedir: Evrendeki tekliği ve birliği. 




Uzayın mekan ve boyutları insan anlayışının sınırlarını zorlamaktadır. Üzerinde yaşadığımız yerküre başı sonu olmayan bir enginlikte kaybolmuş minicik bir gezegendir. Peki bu sonsuzluğun içinde yaşam olan tek gezegen bizim Dünyamız mıdır?.. Asırlardır insanlık tarafından sorulan tüm sorular içinde en çok merak ettiğimiz ve cevap vermeyi en çok istediğimiz soru işte budur.

Aslında evrende yaşamın var olup olamayacağını tartışmak bir yana, bir an için dahi bunun aksini düşünmemek gerekir. Zira, evrenin var olma sebebinin gerçekte hayatı oluşturmak olduğu çok fazla düşünmeden de anlaşılabilecek bir olgu olup, bunun en somut kanıtı ise bu oluşumun ürünü olan Dünya canlılarıdır. Eğer ki evrende sadece bir mikro parça düzeyinde olan Dünyada hayat oluşmuş ise; bu, evrenin geneli içinde geçerlidir. Bu denli geniş bir evrenin oluşmasına gerek var ise ; onun zemin teşkil etmekle bağımlı bulunduğu yaşamın boyutları da çok büyük olmak zorundadır.

Maddenin canlı, cansız tüm şekilleri, çeşitli elementlerin atomlarından yapılmıştır. Bu atomlar, kainatın her yerinde aynı yapıda olarak bulunurlar ve aynı tepkime kanunlarına uyarlar...

Canlı organizmaları oluşturan yapılar, içlerinde karbon elementi bulunan kompleks moleküllerdir. Canlı madde nerede olursa olsun, karbon atomunun kurallarına uymak zorundadır. Çünkü, karbon başka elementler ile olduğu kadar, kendisi ile de birleşerek çok sayıda atomu ihtiva eden moleküller kurma kudretine, en geniş ölçüde sahip olan tek elementtir...

Dünyada bulunan atomlar, kainatın en uzak bölgelerinde de vardır. Karbon atomunun başka atomlarla birleşme özelliği, canlı maddenin oluşabilmesinde gereken malzeme çeşitliliğini sağlamaktadır. Ve karbon atomunun, doğasına uygun olarak hareket edebilmesine olanak tanıyan; yıldızlar arasında uzanan uçsuz bucaksız toz bulutları gerçek birer laboratuar olup, bir yığın kimyasal tepkimeye sahne olmaktadırlar. Bu tepkimeler ise, çoğu organik olan çok sayıda molekülün doğmasına yol açarlar.

İşte, hareketli toz bulutlarında oluşan tüm bu organik moleküller, çevrelerindeki yada ulaşabildikleri güneş uydularına yayılarak , güneşe uygun konum ve diğer gerekli şartlara sahip olanlarında yaşamı başlatmaktadırlar. Ve yüzeysel anlamda söylenecek olursa; Evren her şeyiyle bizzat kendi kendisini yaratmaktadır ki, bu oluşum tamamlanmış olmayıp, halen devam eden uzun bir süreç bağlamında devam etmektedir.

Evet , " Evrende başka hayatlar var mı? " sorusunu artık bir kenara bırakarak , Evrenin tümüyle hayat dolu olduğunu ve her an yeni güneşler çevresinde yeni hayatların başladığı gerçeğini görmek gerekmektedir.

İşte, konuya bu gözle bakmaya başlanıldığında, sorulacak sorunun ‘Evrende ne tür hayatlar var?’’ şekline dönüşeceği açık olup, bu ise; Kainatı sadece kendimize ait olarak algılamaktan kurtularak, genelde yeni bir bilince ve bilgiye ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.

Yaşam derken neyi kastediyoruz?

Yaşamın başlangıcı ve gelişiminin sırrı, olağanüstü yapı blokları olan atomda yatmaktadır. Atom çekirdekleri belirli şartlar altında daha ağır çekirdekler oluşturmak için birbirleriyle birleşebilir ve bunun sonucunda da enerji açığa çıkar. Atomlar da diğer atomlarla kimyasal yollarla birleşerek farklı karmaşıklık derecelerine sahip moleküller oluştururlar. Bu yolla yıldızlar, gezegenler, okyanuslar, atmosferler ve kayalar oluşturabildikleri gibi, yaşayan organizmalar da oluşturabilirler.

Gezegenimizde yaşamın nasıl başladığını bilmek, dünya dışı yaşamı araştırma yolunda son derece önemlidir. Kimya bilimi, bugün etrafımızda gördüğümüz tüm yaşam formlarının nasıl varolduğunu açıklamakta büyük önem taşır. Dünyada yaşamın hangi basamaklardan geçerek oluştuğunu araştıran bilim adamları çalışmalarını daha çok proteinler üstünde yoğunlaştırmışlar, nükleik asitler üstünde fazla durmamışlardır. Fakat 1950’li yıllarda hızlanan araştırmalar, bir nükleik asit olan DNA (Deoxyribonükleik Asit) ’nın kromozomları oluşturan temel bileşen olduğunu ortaya çıkarmıştır. Birbirine bağlı nükleotidlerden oluşan uzun bir zincir olan DNA, dünyadaki hem hayvani hem de bitkisel her tür yaşam oluşumu için anahtar faktördür.

DNA’yı oluşturan dört temel nükleotid –Adenine, Cytosine, Guanine ve Thymine– nispeten daha basit oldukları ve doğal ortamda bulundukları için evrende başka bir yerde de aynı şekilde bulunmamaları için hiçbir sebep yoktur. Buna dayanarak evrende başka bir yerde, belki birçok yerde, zeki yaşamın var olduğunu söyleyebiliriz.

Bir gezegende akıllı yaşamın gelişebilmesi için nelere ihtiyaç vardır? Başlangıç olarak gezegen, lokal yıldıza fazla yakın ya da uzak olmamalı. Çok yakın olması durumunda hayat veren moleküllerin oluşabilmesi için fazla sıcak olacakken, çok uzak olması durumunda hayat verici reaksiyonlar için gerekli sıvı açısından fazla soğuk olur. Diğer önemli şey de kütledir. Çok büyük bir kütle, Jüpiter ve Satürn’ün atmosferindeki bizim bildiğimiz anlamdaki hayat için zehir oluşturacakken, küçük bir kütle de Merkür ve Mars’ta olduğu gibi çok yüksek ısıya ve atmosfer deliklerine yol açar.

Peki ya bu sonsuz bilinmeyen içinde haberdar olmadığımız başka yaşam biçimleri varsa ki vardır.. Başka boyutlardaki yaşamlar burada, 3 boyutlu gezegenimizde olduğu gibi değillerse?

Zaten yukarıda saydığımız tüm bu ihtiyaçlara karşın kimi astronomlar, yalnızca bizim galaksimizde bile yüz milyonlarca gezegende gelişmiş teknolojik uygarlıkların var olduğunu tahmin ediyorlar. Ayrıca şu anda milyonlarca uygarlığın da dünyamızla aynı seviyede ya da bizden daha ileri düzeyde olduğunu düşünüyorlar.


Kaynak: http://www.izafet.com/genel-kultur/448909-evren-nedirc.html#ixzz1wTQDRpxF

Devamını okuyun >>>

Güneş ve Ay Tutulması


Güneş Tutulması

Güneş TutulmasıGüneş tutulması Ay’ın Dünya ile Güneş’in arasına girmesi sonucunda meydana gelir. Tutulmanın gerçekleşebilmesi için ay Yeniay evresinde, yani hilal şeklinde olmalı, Güneş, Ay ve Dünya da aynı doğrultuda bulunmalıdır.
Güneş tutulması üç şekilde gerçekleşebilir; tam, halkalı ve parçalı. Güneş tutulmasının hangi şekilde gerçekleşeceği Ay, Dünya ve Güneş’in pozisyonları ile ilgilidir. Ay, Dünya çevresinde elips şeklindeki yörüngesinde döner. Bu sebeple, Dünya’ya olan uzaklığı sürekli değişmektedir. Tutlma anında Ay Dünya’ya yeteri kadar yakınsa, görünen çapı, Güneş’in çapından büyük olur ve Güneş’in tamamını kaplar. Bu tam tutulmadır ve heryer sanki gece olmuşçasına kararır.
Ay Dünya’ya uzaksa, Güneş’in tamamını kaplamaz, sadece iç kısmını kaplar ve bir halkalı tutulma oluşur. Bazen de Ay bulunduğu konum nedeni ile Güneş’in sadece bir kısmını örter. Buna da parçalı tutulma denir.
Bir yılda en az iki, en çok beş defa güneş tutulması meydana gelebilir.

Ay Tutulması

Ay TutulmasıAy tutulması Ay’ın Dünya’nın gölgesine girmesi ile meydana gelir. Ay’ın bu gölgenin neresinden geçtiğine bağlı olarak, farklı isimler alır. Dünya’nın gölgesi iki ana parçadan oluşur ve bunlara ‘yarı gölge’ ve ‘tam gölge’ adı verilir.
Tam tutulma esnasında Ay’ın tamamen karanlık olması gerekirken, Dünya’nın Güneş gören bölgelerinden Ay’a yansıyan ışıklar nedeni ile rengi kırmızıya döner.

Devamını okuyun >>>

Sosyalizm nedir?


Sosyalizm nedir?

Özel mülkiyeti reddeden, kollektif mülkiyeti tercih eden, liberalizmin kişiye önem veren yaklaşımını kabul etmeyen ve genel olarak iktisadi tarafı ağır basan bir sistem. Esasen sosyalizm, kapitalizme bir antitez olarak gelişmiştir. Sosyalizmi tarihin ilk çağlarına kadar götürmek mümkündür. Ferdiyetçiliği reddeden Yunanlı filozof Eflatun (Bkz. Eflatun) bir tür aristokratik sosyalizmi savunmuştur. Bunun sosyalizmi toplumun belirli bir kesimini
ilgilendirmektedir. Bu bakımdan toplumun tamamına yayılma eğilimi göstermemiştirsosyalizm
On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde sosyalizmin; ütopik (hayalci), demokrasiyle bütünleşen ve ilmi bir karekter verilmek istenen tiplerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Ütopik sosyalizm, Fransa ve İngiltere’de gelişme imkanı bulmuştur. Bu akımın ileri gelenleri Saint-Simon, Charles Fourier gibi düşünürlerdir. Ütopik sosyalistlere göre, özel mülkiyet, para ve rekabet gibi kapitalizme has müesseseler insanların, insanlar tarafından sömürülmesini sağlarlar. Bu sebeble, bunların kaldırılarak, yerlerine sömürmeye imkan tanımayan müesseselerin kurulması lazımdır.
Sosyalizm zamanla demokrasi rejimlerinin önemli bir alternatifi şeklinde takdim edilerek bu rejimle idare edilen ülkelerde de kuvvetlenme yolunu seçmiştir. Bilhassa Avrupa ülkelerinde, çeşitli siyasi partiler vasıtasıyla sosyalizm mevcut rejimin içinde gelişme imkanları aramaktadır. Sosyalizm asıl nihai şeklini Karl Marx’ın bilimsel sosyalizmi ile almıştır. Bilimsel sosyalizm, marksizm olarak da ifade edilmektedir. (Bkz. Marxizm)
Sosyalist iktisatçılara göre kapitalizm, artan sermaye birikimi ve artan temerküz kanunlarına tabidir. Sermayenin giderek belli ellerde toplanması, sermayedar ile işçi arasındaki sınıf farklılığını arttıracak, işçiler, hayat standartlarının gittikçe kötüleşmesi ve işsizliğin artması üzerine, toplum düzeninin değişmesi için köklü hareketlere girişeceklerdir. Sermayedarların gitgide sermaye yoğun yatırımlarına gitmeleri, makina kullanımlarını arttırmaları, yedek işsizler ordusunun artmasına sebebiyet verecektir. Sermayedarların güçlenmesi, işçilerden sağladıkları artık değerle olmaktadır. Sermayedar çalıştırdığı işçiye hakkı olan bütün değerleri vermemekte bir bakıma onun üzerinden kazanç sağlamaktadır. Sosyalizmin nihai safhasında, bütün üretim araçları mülkiyeti toplumun olacak ve herkes çalışması karşılığında üretilen ürünlerden pay alabilecektir. Bu safha, mutlak komünizm olarak adlandırılmaktadır. Sistem, giderek devletin de ortadan kalkacağı bir ekonomik ve sosyal düzene doğru gitmeyi hedefler.
Sosyalizm, günümüzde çalışan kesimlerin daha iyi hayat şartlarına kavuşması için gayret gösteren, toplumun manevi değerlerini küçümseyen ve insanın madde olarak bir değeri olduğunu, bundan başka bir değer taşımadığını savunan bir ekonomik sistem olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonunda, Doğu Avrupa Ülkeleri, Rusya’nın zorlamasıyla bu ekonomik sisteme geçmişlerdir. Bazı az gelişmiş ülkelerde ise Rusya’nın veya Rus menfaatleri için çalışan bazı ülkelerin sinsi propagandaları ve işgalleriyle sosyalizm, tatbik sahası bulmuştur. Sosyalizm uygulandığı bütün ülkelerde insanlara daha iyi hayat şartları sağlayamamıştır. Yukarıda ifade edilen görüşler, sadece birer fantazi olarak kullanılmakta, propaganda vasıtası olmaktadır.
Sosyalizm, Avrupa’nın demokrasiyle idare edilen ülkelerinde sistemin bir parçası olarak varlık göstermek durumundadır. Fakat bu ülkelerin kuvvetli sosyo-ekonomik yapıları, sosyalizmi fikir temelinden hayli uzaklaştırmaktadır. Sonuçta, sosyalizm yeni kılıklarla, mesela Euro-sosyalizm gibi isimlerle bu ülkelerde tesirli olmak istemekte ise de, başarılı olamamaktadır.

Sözlükte "sosyalizm" ne demek?

1. Değiş tokuş ve üretim araçlarının ortaklaşa kullanılması yoluyla toplumsal sınıfları ortadan kaldıran, toplumun örgütlenmesinde köklü bir değişiklik amaçlayan toplumsal öğreti, toplumculuk.

Sosyalizm kelimesinin ingilizcesi

n. socialism


Devamını okuyun >>>

Evrendeki En Büyük Yıldız



Evrendeki En Büyük Yıldız Hangisidir?



Altı yaşındaki kardeşim tam bir soru makinesi. Nerede yakalasa evrenin doğası hakkında beni sorguya çekiyor. Son zamanlardaki popüler sorusu ise “Evrendeki en büyük yıldız hangisidir?” Bu soruya basit bir cevabım vardı: “Evren çok büyük bir yer ve muhtemelen en büyük yıldızın hangisi olduğunu bulmanın yolu yok.” Bu cevabım onu pek memnun etmemiş olacak ki soruyu biraz değiştirip yeniden sordu: “Bildiklerimiz arasında en büyük yıldız hangisi?” Ayaküstü sohbet ederken, internet erişimi olmadan, bu soruya cevap vermek güç. Eve döndüğümde biraz araştırma yaptım ve bulduklarımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Cevaba geçmeden önce, boyutları daha rahat ölçeklendirmek amacıyla, kendi yıldızımız olan Güneş’e bakmamızda yarar var. Güneş’in çapı 1.4 milyon kilometredir. Bu sayı ölçeklendirme konusunda fikir edinmek için oldukça büyük. Astronomlar, Güneş’ten büyük veya küçük yıldızları karşılaştırmak amacıyla "Güneş yarıçapı" ve "Güneş kütlesi" terimlerini kullanıyorlar. Güneş’in yarıçapı 690.000 km ve kütlesi 2 x 10 üzeri 30 kilogramdır. Yani 2.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000 kg!
Galaksimizdeki büyük yıldızlardan biri 7.500 ışık yılı uzaklıktaki Eta Carinae yıldızıdır ve yaklaşık 100 Güneş kütlesine sahiptir. Güneş’ten dört milyon kez daha parlaktır. Güneş rüzgarlarıyla beraber, yıldızlar, zaman içinde kütle kaybına uğrarlar. Bu kayıp Eta Carinae için oldukça fazla. Öyleki, her yıl, 500 Dünya kütlesi kadar madde kaybına uğruyor. Madde atımının bu kadar fazla olması nedeniyle, astronomlar için, yıldız rüzgarlarının nereden başladığını ve nerede bittiğini tespit etmek oldukça güçtür.  Ama şu an için Eta Carinae’nın yarıçapının Güneş’in 400 katı olduğunu söyleyebiliriz.
VY Canis Majoris
Ama bu hiç birşey! Bilinen en büyük yıldız VY Canis Majoris, kırmızı süper dev bir yıldız. Canis Major (Büyük Köpek) takım yıldızında ve Dünya’dan yaklaşık 5.000 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Minnesota Üniversitesi’nden Prof. Roberta Humphreys’in yakın zamanda yaptığı çalışmalar sonucunda yıldızın, Güneş’ten 2100 kez daha büyük olduğunu söyleyebiliyoruz. Böyle büyüklükteki bir yıldız, Güneş’in olduğu yerde olsaydı, sınırları Satürn’ün yörüngesini geçiyor olacaktı.
Bu noktada, VY Canis Majoris’in büyüklüğü konusunda bütün astronomların aynı fikirde olmadığını söyleyelim. Bazı astronomlar yıldızın Güneş’ten 600 kat daha büyük olduğunu söylüyorlar. Bu da yıldızın, Mars’ın yörüngesine kadar uzanacağı anlamına geliyor.
Orjinal sorumuzun dışına çıkabilir ama gerçekten bu yıldız evrendeki en büyük yıldız mı? Açıkcası, en büyük yıldızı bulmak imkansız. Evren gerçekten çok büyük bir yer ve her köşesine dikkatlice bakmak, araştırmak oldukça zor.
Büyük yıldız peşinde koşanlar için teorisyenlerden ufak bir ipucu: Yıldızların sıcaklıkları. En büyük yıldızlar aynı zamanda en soğuk yıldızlardır. En büyük yıldız soğuk bir süperdev olacaktır. Örneğin VY Canis Majoris’in hesaplanan sıcaklığı 3500 Kelvin’dir. Gerçekten büyük yıldızlar soğuktur. 3000 Kelvin sıcaklığa sahip bir süperdev, Güneş’ten 2600 kez büyük olacaktır.
Son olarak, burada söz konusu alan çeşitli nesnelerin boyutunu gösterir kısa animasyonu izleyebilirsiniz. Animasyon bizim küçük gezegenimizle başlıyor ve VV Cephei A ile bitiyor. Sanırım VY Canis Majoris ile ilgili son bilgiler animasyonun hazırlandığı sırada henüz yayınlanmamıştı.

Devamını okuyun >>>

Karadelikler

Kaadelikler





  Bu yazıda karadelikleri tanımlayıp detayına girmeden özelliklerini belirteceğiz.
     Karadelikler aslında yoğunluğu oldukça yüksek yıldızlardır. Bu yüksek yoğunluktan dolayı da çekim güçleri fazladır. Öyle ki kendilerinin çevreye yaydığı ışıkları karadeliği terk edemez ve geri dönerler. Bu nedenle de gözle, teleskopla görülmezler. Onları bulmak kolay değildir. Ancak çevrelerindeki cisimlerin hareketlerinde bir anormallik görülürse tespit edilebilirler. Çünkü gökcisimlerinin yörüngelerinden sapmaları için onlara fazladan bir kuvvet etki etmesi gerekir. Böyle bir kuvvet etki etmediği içindir ki Dünya yörüngesinden sapmadan yoluna devam edebiliyor. Ancak bir cisme karadelik çekim kuvveti etki ederse o vakit cisim yörüngesini terk etmeye ve lavabodaki suyun lavabo deliği tarafından çekildiğindeki gibi bir girdap hareketi yapmaya başlar. Bir süre sonra da imdat mesajları denilen ışınımlar yollamaya başlar. Bu sayede o bölgede bir karadelik olduğu ortaya çıkarılır.
     Bir karadeliğin nasıl oluştuğunu anlatabilmek için atası olan yıldızın oluşumundan başlamak gerekir. Evrende oldukça fazla miktarda gaz ve toz bulutları vardır. İşte bu gaz ve toz bulutlarının yoğun olduğu bölge kendi etrafında dönerek sıkışır ve çevrelerindeki gazı çekmeye başlarlar. Bu gazın büyük bir kısmı da hidrojen gazıdır. Etrafında döndükçe arkadaşlarını çeken hidrojen gazı yeterli büyüklüğe ulaştığında çevresine ışık vermeye ve enerji vermeye başlar. Bunu da yapısındaki dört hidrojen atomunu birleştirerek bir helyum atomuna çevirerek yapar. Yıldız hareketini devam ettirmek ve ısı enerjisini koruyabilmek için kendisine yeterli orandaki hidrojeni helyuma çevirir. Bu nedenle hacimce küçük yıldızlar uzunca asırlar, kütlece çok büyük yıldızlar ise daha az binlerce yıllar bu olayı sürdürür. Büyük yıldızların yaşam süreleri daha azdır. Devasa kütlelerini korumak için daha fazla enerji üretmeleri gereklidir. Örnek verecek olursak; güneşe biçilen ömür on milyar yıl iken, güneşten on kat büyük bir yıldızın ömrü sadece 30 milyon yıl kadardır.
     Hidrojen yakıtını bitiren yıldız, kütlece ağırlaşır ve bu seferde helyumu yakmaya başlar. Üç helyum atomu birleşerek bir karbon atomuna dönüşür. Bu dizi devam eder ve gittikçe ağırlaşan yıldız son olarak da karbon atomlarını demire dönüştürür ki bu artık o yıldızın hayalet haline gelmesini sağlar. Yıldızın çekirdeği demire dönüştüğünde artık enerji üretmez ve içe doğru patlayarak küçülür. Artık yıldız çevresine ışık vermeye çalışan ancak çekim gücü nedeniyle ışığını geri alan bir karadeliktir. Bir yıldızın karadeliğe dönüşebilmesi için ilk kütlesinin en az 50 Güneş küğtlesi kadar olduğu gerekmektedir.
     Karadeliklerle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Karadeliğin yuttuğu bir cisim nereye gitmektedir sorusuna yanıt olarak bir grup evrenimize paralel başka bir evren olduğunu ve karadeliğin içine giren cismin diğer evrenden beyaz delikten çıktığını öne sürmüşlerdir. (ki bunların arasında Albert Einstein’da vardı.) Kimi gruplara göre ise karadelik bir mezarlıktır. Yuttuğu cismi alır ve hacmini ve kütlesini arttırır. Bunu yaparken de cisimden uzaya yayılan imdat sinyallerini cismin kılçığı sayar ve uzaya gönderir.
     Karadeliklerle ilgili bir başka teori ise zamanda yolculukla ilgili olandır. Şöyle ki: Işık hızının %99’u gibi bir hızla hareket edebilen bir uzay gemisi yaptığımızı düşünelim. Bu uzay gemisine binip karadeliğin çekim bölge sınırını yalayıp geçtiğimizde (ki aslında bu çok zor bir olaydır. Birkaç milimetrelik fark bile karadeliğin eline düşmenize neden olabilir) geleceğe yolculuk yapmış oluruz. Bu sırada da dışarıya baktığımızda biz karadeliğin sınırından geçerken uzaydaki yıldız ve galaksilerin çok hızlı hareket ettiklerini görürüz.
     Tabi bunlar tamamen varsayım. Einstein’ın genel görelilik teorisinden yola çıkılarak söylenen ifadeler. İnsana her ne kadar tuhaf ve çılgınca geliyorsa da şu unutulmamalıdır: Günümüzden 200 yıl önce biri çıkıp da televizyonlardan, bilgisayardan, cep telefonlarından, uçaklardan, metrolardan birisi bahsetseydi, o zamanki insanlar nasıl karşılardı bunu. Çılgınca ve tuhaf.
     Ayrıca yine bir görüşe göre karadeliklerde kendi içlerinde sınıflara ayrılıyorlar. Durağan olanlar ve hareketli olanlar. Hareketli olanlar nispeten çok hızlılar ve çarptıkları cisimleri delip geçiyorlar. Bir rivayete göre Sibirya’da olan olay bir hareketli karadeliğin dünyaya çarpması. Günümüzde bile o bölgede daha yeni yeni otlar yeşermeye başlamış. Sibirya’daki o bölgedeki tüm orman bir anda yok olmuştu. Sebebi hala araştırılıyor. Ancak şu da mümkün tabi, bir göktaşının o bölgeye çarpmış olması. Bu seçenek akla daha yakın geliyor.
     Tüm galaksilerin merkezlerinde devasa karadelikler vardır. Ve galaksi yıldızları bu karadeliklerin etrafında dönerler. Güneşimizde gezegenleriyle birlikte Samanyolu’nun etrafında dönmektedir. Bereket ki biz galaksi merkezinden bayağı uzaktayız.



Devamını okuyun >>>

Dünyanın Yedi Harikası


Dünyanın Yedi Harikası





 Hepimiz dünyanın yedi harikası diye bir konseptin varlığının farkında olsak da pek azımız yedi harikayı bir çırpıda sayabilir. Dünyanın yedi harikası M.Ö 2.yy.’da seçildi. Böyle bir sıralama yapma düşüncesi ilk olarak M.Ö 5.yy.’da Herodot’un tarihçesinde geçti. Bir süre sonra Yunanlı tarihçiler o zamanların en büyük abidelerini seçtiler. İskenderiye Kütüphanesi’nin baş kütüphanecisi Finikeli Callimachus (M.Ö. 305 - M.Ö. 240) “Dünyadaki Harikaların Bir Listesi’ adlı eserini bu dönemde yazdı. Bu liste hakkında tüm bildiğimiz, sadece bu başlık. Çünkü kitap İskenderiye Kütüphanesi’yle beraber kül olmuş durumda. Liste, eski çağın muhteşem yedi yapıtını karşılaştırıyordu.
       Günümüzde arkeolojik kazılar bu harikaların gizemine biraz açıklık getirebiliyor. Yapanlar için bu harikalar, dinin, mitolojinin, sanatın, gücün ve bilimin birer simgeleriydi. Bizim için ise yedi harika, insanoğlunun çevresini değiştirme ve muhteşem yapılar yapabilme yeteneklerinin bir simgesi.
     
KEOPS PİRAMİDİ
       Sanıldığının aksine 3 piramidin hepsi dünyanın yedi harikası listesine dahil değil. Piramitlerden sadece Keops Piramidi bu listeye girdi. Keops Piramidi aynı zamanda dünyanın yedi harikasından günümüze dek ayakta kalabilmiş tek yapı. Piramit 4. Hanedanlık zamanında M.Ö. 2560 yılında Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırıldı. Keops Piramidi’nin yapımının 20 yılı aştığı sanılıyor. Piramit yapıldığında 145.75m yüksekliğindeydi. Yapıldığından itibaren 43 yüz yıl boyunca da dünyadaki en uzun yapı olarak kayıtlara geçti.


     
ZEUS HEYKELİ
       Zeus Heykeli M. Ö 450 yıllarında Olympia’da yapıldı. Heykel, adına olimpiyat oyunları düzenlenilen, Yunanlıların en büyük tanrısı Zeus için yapılmıştı. Zeus Heykeli bir tahta iskelet üzerine altın ve fildişi metal parçaların yerleştirilmesiyle yapılmıştı. Heykel tapınağa ancak sığabiliyordu, öyle ki Zeus ayağa kalksa tapınağın tavanı yıkılacakmış gibi bir hava veriyordu. Heykelin oturtulduğu taban 6.5m. genişliğinde ve 1m. yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 13m yüksekliğindeydi. Olimpiyat oyunları 391 yılında Theodosius I tarafından putperestlik olarak suçlanıp sona erdirilince, Zeus Tapınağı da kapatıldı. Heykel zengin Yunanlılar tarafından Constantinople’e taşınmıştı ve orada 462 yılındaki büyük yangında yok olana dek kaldı.


     
ARTEMİS TAPINAĞI
       Artemis Tapınağı M.Ö. 550 yılında Efes antik kentinde yapıldı. Tamamiyle mermerden oluşuyordu. Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmıştı ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı M. Ö. 21 Temmuz 356 yılında adını ölümsüzleştirmek isteyen ve ne yazık ki bunu başaran Herostratus adlı biri tarafından yakıldı. İşin ilginç yanı, aynı gece Büyük İskender doğdu. Hatta bu olaydan bir zaman sonra Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılmasına yardım etti.


     
RODOS HEYKELİ
       Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 56 yıl geçmesine rağmen, Rodos Heykeli dünyanın yedi harikasından biri olmayı başardı. Rodos Heykeli yapıldığında sadece devasa bir heykel değildi. Heykel Rodos adasındaki insanlar için beraberliğin bir simgesiydi. Rodos Heykeli’nin yapılması tam 12 yıl aldı ve M. Ö. 282 yılında bitirildi. Heykel yaklaşık 33 m. boyundaydı; demir ve taşla desteklenmiş bronzdan oluşuyordu. Liman girişinde bulunan heykel M.Ö. 226 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırıldı. Rodoslular, Firavun Ptolemy III Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kahine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 1000 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u istila ettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar. Söylenildiğine göre bütün parçaları Suriye’ye 900 tane devenin sırtında taşınmış.


     
MAUSOLEUM
       Mausoleum, Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından yaptırılmış bir mezar. Bodrum civarında yapılmış ve yapımı M.Ö. 350 yılında tamamlanmış. Tabanın üstünde kenarları heykellerle süslenmiş basamaklı bir podyum bulunuyordu. Altınla süslü su mermerinden yapılmış lahit ve mezar odası, podyumun üstünde bulunuyordu ve iyonya tarzı kolonlarla çevrilmişti. Sıra sütunlar, yine heykellerle süslenmiş bir piramit çatıyı destekliyordu. Dört tane savaş arabasıyla çekilen bir savaş arabası heykeli ise piramidin tavanını donatıyordu. Mausoleum’un toplam yüksekliği 45 m. idi. Mausoleum’un her tarafındaki 4 heykelin her birini bir heykeltıraş yapmıştı. Bu heykeller, tanrıların değil de insanlar ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel birer yer tutarlar. 16 yüzyıl boyunca Mausoleum iyi bir durumda korundu. 15.yy da Haçlı Seferleri sırasında St.John şövalyeleri bölgeye geldiler ve bugün Bodrum Kalesi olarak geçen büyük bir kale yaptılar. Bu kalenin yapımında Mausoleum’un nerdeyse bütün taşları kullanıldı.


     
İSKENDERİYE FENERİ
       Büyük İskender’in ölümünden sonra kumandanı Ptolemy Soter, Mısır civarında güçlendi ve İskenderiye’yi kendine başkent yaptı. Kent kıyısında Faros isimli bir ada bulunuyordu. Bu adaya bir fener kulesi yapılmak istendi. Yapı, Euclid’in bir çağdaşı olan Sostratus tarafından İskenderiye Kütüphanesi’nde tasarlandı. 117 m. boyundaki Fener’in en gizemli yanı aynasıydı. Bu aynanın yansıttığı ışık gece yaklaşık 50 km. mesafeden görülebiliyordu. Araplar Mısır’ı fethettiklerinde İskenderiye’ye hayran oldular. Ama stratejik açıdan başkentlerini Kahire’ye kaydırdılar. Fener depremlerden epey zarar gördü ve 1480 yılında Memlüklüler tarafından şehri korumak için yapılan bir kalede malzemeleri kullanılmak üzere yıkıldı.
     
BABİLİN ASMA BAHÇELERİ
       Yunanlı coğrafyacı Strabo’nun M.Ö. 1. yy.’daki tanımlamasına göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu. Bahçeler Nebuchadnezzar’ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis’i neşelendirmek için yapılmıştı. Amytis, Medes Kralı’nın kızıydı ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya’nın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı.

Devamını okuyun >>>

İnsan Beyni ve Şaşırtan Özellikler


İnsan Beyni ve Şaşırtan Özellikler 

1. İnsan beyninin ağırlığı ortalama 1.3 kilogram civarındadır.
2. Beyniniz ölmeye başlamadan önce en fazla 4 ile 6 dakika arasında oksijensiz kalabilir.
3. Beyninizde tam 100 milyar sinir hücresi bulunuyor.
4. ‘İnsan beyninin yüzde 10′unu kullanıyor’ deyimi yanlıştır. Beynin her bölgesinin bir işlevi vardır.
5. Her insan doğduğunda aynı sayıda beyin hücresine sahiptir. Bu sayı altı yaşında maksimum seviyeye ulaşır.
6. Yeni doğan bir bebeğin beyni doğduktan sonraki ilk yılda tam üç kat büyür.
7. Dokunma duyusu ilk oluşan duyudur. Anne karnında oluşur.
8. Beyninizi sürekli çalıştırın çünkü beyinsel aktiviteler beyninizde yeni sinir hücrelerinin oluşmasını sağlar.
9. Her zaman pozitif düşünün. Araştırmalar doktorlara başvuranların yüzde 60′ının psikolojik nedenlerle doktora başvurduğunu ortaya koyuyor.
10. Beslenmenin beyne oldukça yararlı etkisi vardır. New York’ta yapılan bir araştırmada öğleyemeğinde yapay soslar ve takviyeler kullanmayanların IQ seviyelerinin diğerleine göre yüzde 14 daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
11. Beyin vücuduzdaki en yağlı organdır.
12. Birşeyler hatırladığınız ve yeni düşünceler yarattığınız her an beyninizde yeni bağlantılarkuruyorsunuz.
13. Koku yoluyla edindiğiniz bir hatıranız, beyninizde kurulan en duygusal bağlantıdır.
14. Uykunuzu düzenleyin. Beyninizin en dinlediğiniz an uykuda oduğunuz anlardır.
15. Başınız ağrıdığında beyniniz hiçbir acı hissetmez. Olay tamamen acı reseptörleriylebağlantılıdır.
16. Uyuduğunuz süre içinde beyniniz yarı paralize oluyor. Bu sürede beyniniz bir hormon salgılıyor. Bu hormon rüyalarınız sırasında tepki vermenizi engelilyor.
17. İnsanların ortalama yüzde 12′si rüyasını siyah beyaz görüyor.

Devamını okuyun >>>

Dünyanın En Temiz Havası Burada


Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada










Gerçekten "temiz" hava almak için buraya gelebilirsiniz.

Dünya üzerinde en temiz havanın Norveç'teki Svalbard adasında olduğu iddia ediliyor ki bu da bölgenin rasathaneler için oldukça uygun olmasını sağlıyor.


Svalbard Kuzey Kutbu ile Greenland arasında kalıyor. Adanın ekonomisi eskiden balıkçılık ve balina avına dayanırken şu an turizm, kömür çıkartma ve bölgede yapılan araştırmalara dayanıyor.
Dünyanın En Temiz Havası Burada

NASA'nın
bile adada araştırma merkezi bulunuyor. Tüm bölgede farklı araştırmalar için kullanılan pek çok teknolojik ölçüm araçları bulunuyor.
Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada
Dünyanın En Temiz Havası Burada

Devamını okuyun >>>

Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu



Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu




Dünyanın dört bir yanından ilginç ve harika kaya oluşumları!

1) Altın Kaya (Burma): Altın Kaya olarak da bilinen Kyaiktiyo Pagoda, Mon State, Burma'da bulunan ünlü bir Budist hac merkezi. Altın Kaya'nın doruk noktasında minik bir (5 metre kadar) Budist tapınağı bulunuyor. Üzeri, tapınanlar tarafından getirilen altın yapraklarıyla dolu. Kayanın kendisi de tepede tuhaf bir biçimde duruyor ve yer çekimine karşı koyuyormuş gibi görünüyor. Neyse ki düşme tehlikesi yaratmayan bu kaya, en ilginç kaya oluşumlarından biri.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu

2) Nazik Kemer (Utah, Amerika): Nazik Kemer, Arches Ulusal Parkı'nda ( Utah, Amerika) bulunan dünyaca ünlü bir kaya. Eyaletin simgesi hâline gelen bu kemer, gizemli bir biçimde tek başına dikiliyor.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
3) Taş Ağaç (Bolivya): Rüzgâr ve kumla şekillenen bu taş 'heykel', Bolivya Altiplona'da bulunuyor. Dünyanın en güzel yerlerinden biri olarak görülen bu mekandaki doğal oluşum oldukça etkileyici.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
4) Mantar Kaya ( Mısır): Bu, Mısır'da yer alan dünyanın en ünlü mantar kayalarından biri. Aynı zamanda 'kaya kürsü' olaraka da bilinen bu kayalar, erozyon ve havanın ortaya çıkardığı en etkileyici formlardan birkaçı. Çoğunlukla çöl bölgelerinden bulunan bu kayalar yüzlerce yıl içerisinde oluşuyor. Oluşumun en büyük etkenide toprak değişimi ve erozyon.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
5) Dalga (Arizona, Amerika): Dalga ismindeki bu muhteşem kum taşı, Arizona'daki Coyote Buttes'ın eğimli bölgelerinde yer alıyor. Yaklaşık 4.8 kilometrelik bir yürüyüşle varılabilecek olan Dalga, 107 metrelik bir tırmanma mesafesine sahip. Ancak tıpkı dalgayı andıran bu doğal oluşum öyle şahane ki bu tırmanışa kesinlikle değer.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
6) Ayers Kayası (Avustralya): Uluru olarak da bilinen büyük kumtaşı oluşumu Ayers Kayası, çölün ortasında ve 348 metre uzunluğunda. Boyutu bile etrafındaki her şeyin küçücük görünmesine sebep oluyor. Avustralya'nın simgelerinden biri hâline gelen bu ikonik monolit, dünyanın en büyük tek parça hâlideki kayalarından biri. Şafaktan geceye kırmızıdan kahverengiye muhteşem renklere bürünen bu kaya, bölgedeki Anangu olarak bilinen Aborjinler tarafından kutsal görülüyor. Son yıllarda Uluru, araştırmacılar için de özel bir yer hâline geldi.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
7) Eriyen Gölgeler (Utah, Amerika): Taş oluşum, Utah'taki Bridger Jack Mesa'nın kuzey ucuna sabah ışık gelmesini engelliyor. Bu yüzden de Lavanta Kanyonu soğuk, mor renkte bir örtü altında kalıyor. Ön alanın üst katmanları, jeologların Wingate kumtaşı dedikleri taştan oluşuyor. Yaklaşık 200 milyon yıl önce kum tepecikleri bölgeyi kalın bir örtüyle kaplamışken bu katmanlar oluşmuş. Tuhaf ve ilginç taş oluşumlar, 340,000m2'lik bir alana yayılıyor ve bu yüzden de ziyaretçiler burayı dünyada gezilebilecek en zor yer olarak görüyor.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
8) Kesilmiş Elma Kayası (Yeni Zelanda): Yeni Zelanda'da bulunan ünlü Kesilmiş Elma Kayası, tıpkı ismindeki gibi görünüyor. Marahau, Abel Tasman Ulusal Parkı'nda bulunan Kesilmiş Elma Kayası, turistlerin sıklıkla ğradığı ilginç bir yer.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
9) Sivri Tepeler (Avustralya): Sivri Tepeler adı verilen bu güzel kireçtaşı oluşumları, Batı Avustralya'daki Namburg Ulusal Parkı'nda yer alıyor. Kireçtaşlarının kumla ve yağmurla arınması sonucu oluşan bu tepecikler, oldukça ilginç bir görüntü veriyor. Tabii Peri Bacaları'nın yanında hiç kalır diyebiliriz.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu
10) Perce Kayası (Kanada): Bu kaya oluşumu, dünyanın en büyük doğal kemerlerinden biri. 17 Haziran1845'te kemerlerden birinin çökmesiyle tek kalan bu kemer, yine de Kanada'nın yedi harikasından biri olarak gösteriliyor. Kaya ismini, denize yakın yüksek ucundaki 15 metrelik kemerden alıyor.
 Dünyanın En İlginç 10 Kaya Oluşumu


Devamını okuyun >>>